Keşmir’in dağlık bölgesi olan Karakurum’u Himalayalarla karıştırmamak gerekir. Hunzalıların kaşifleri onları çoğu zaman Himalayalarda konumlandırır. Aslında, dünyanın en yüksek zirveleri arasında olan (8000 metreye kadar yükselirler) Karakurum’un kayalık dorukları, Himalayalarla Indus (3040 km uzunluğundaki Orta Asya nehri) arasında ve Afganistan’ın kuzeyindeki bir sıradağ olan Hindukuş’un yakınında yükselirler. Pakistan’da, Tacikistan, Çin, Afganistan ve Hindistan sınırlarında 1600 metre ila 2400 metre arasında değişen bir irtifada yer alan vadi yaklaşık 160 kilometrelik uzunluğa sahiptir.Eğer vadinin diğer yamacında yaşayan komşuları Nagir’leri de dahil edersek Hunzalıların nüfusu toplam 35,000 kişiyi bulmaktadır.

Sözlü geleneğe göre Hunzakut’ların (Hunzalı yerine tercih ettikleri deyim) kökeni, bundan yaklaşık 3000 yıl öncesine, Büyük İskender’in İran’lı kadınlarla evlenerek buraya yerleşmeyi tercih eden üç askerine dayanır. Hunzalılar iri yarı, beyaz tenli ve eski Yunanlılara benzer bir fiziksel görünüşe sahiptirler. Korku saçan savaşçılar, silah olarak ok ve kılıç kullanıyorlardı. Arazilerinden geçecek kervanlar, güvenli geçişleri karşılığında Mir’e (Hunzalıların kralı) vergi ödemek zorundaydı. Hunzalılar, İngilizlerin egemenliği altına girdikleri 1891 tarihine kadar bu –haklı- eşkıyalıklarını sürdürmüşlerdir.

Gelelim şimdi onların yaşamını yakından tanıyanların ilgisini çeken beslenme tarzlarına. Tüm sadeliği ve hayvansal proteinlerden büyük oranda yoksun haliyle Batı’daki beslenme uzmanlarını çok etkilemiştir; yüzyıllar boyunca bir kısım doktorun ‘hastalıksız’ olarak tanımladığı bir halkı beslemektedir.

Bu beslenme şekli ancak yaşamın bütünüyle, doğanın ritmine ve din kurallarına sıkı sıkıya bağlı oluşuyla birlikte değerlendirilmesiyle birlikte anlaşılabilir. Müslüman ve İsmaili mezhebindirler ve din anlayışları gerçekçi ve köktendinciliğin aşırılıklarına yabancıdır. Müslümanların sabahın 4’ünde kıldıkları sabah namazı zorunlu değildir; sadece en tutkulu olanları camiye gider. Ancak şafakla birlikte hepsi tarlada çalışmaya başlar.

Çocuklar ebeveynleriyle birlikte hareket eder ve çok küçük yaşlarından itibaren toprakla uğraşmaya başlarlar. Çok bol olmamakla birlikte sık aralıklarla yemek yerler. Kahvaltıları şappati eşliğinde genellikle bir kase taze ya da tahıllarla birlikte haşlanmış kayısıdan oluşuyor. Saat 10’a doğru aynı yemeğe taze ya da haşlanmış sebze eklenir. Aile reisinin 2, diğer bireylerin ise 1 şappati’ye hakkı vardır. Saat 13 ve 14 arasında, bu kez kışın suda yumuşatılmış yazın ise taze kayısıdan oluşan bir başka bir yemeğe sıra gelir. Ve nihayet 17 ila 19 arasında, şappati dışında, sebze ve mevsiminde, taze erik, şeftali, armut, elma ya da kayısı gibi çeşitli meyvalardan daha besleyici bir öğün yenir. Kayısı bademinden, bazı besinleri kızartma, aydınlatma, derilerini ve saçlarını korumak gibi farklı şekillerde kullandıkları bir yağ çıkartmaktadırlar.

Bir ya da iki koyun kestikleri Aralık ayı dışında hemen hemen hiç et tüketmemektedirler. Müslüman olmalarına karşın yılın bu ayında duttan ürettikleri bir tür şarap içmektedirler ancak bu gelenek zamanla kaybolmaktadır.