Oğuzlar saf bir boy değildiler, Selçukluların yükselmelerinden önce İran platosundan İç Asya’ya göç eden bir kabileler birliğiydi. Henüz sekizinci yüzyıl başlarında, Oğuzlar Moğolistan’ın Orhun ve Selenga vadilerinden İrtiş ve Seyhun bölgelerine gelmişlerdi. Selçuk sultanı Sancar’ı 548/1153 yılında esir eden Belhi’lı bir Oğuzu anlatırken İbn’ül el-Esir şöyle der: “Bazı Horasan’lı tarihçiler Oğuzların Maveraünnehir’in ötelerine, Halife el-Mehdi (775-85) zamanında Türk topraklarının en uzak sınır bölgelerinden geldiklerini ifade ediyorlar.” 309-310/921-2 itibâriyle, Arap seyyah İbn Fadlan Oğuzların İdil ve Harezm bozkırlarında var olduklarına işaret ediyor. Orada korkunç bir yoksulluk içinde yaşayan ve “yolunu kaybetmiş ahmaklar gibi” dolaşan bir Oğuz grubundan bahsediyor. Aynı zamanda İbn Fadlan, daha sonraları Gazne ve Selçuk tarihlerinde sıkça karşılaşılan askerî-siyâsi- kabilevî unvanların Oğuz hükümdarlarına da verildiğini yazıyor: yabgu (reis), su-başı (Sahib el-ceyş, askerî kumandan) ve İnal (küçük rütbeli komutan). Oğuzlar saf bir etnik grup değillerdi, Moğolistan’dan ayrılırken farklı kabileleri içlerine almaya hazırdılar.

Türk ansiklopedist Kaşgarlı Mahmud, bazılarının Türk olmaması muhtemel yirmi iki Oğuz boyu adı vermektedir:

Oğuzlar bir Türk, Türkmen boyudur. Yirmi iki koldan oluşmuşlardır, her birinin hayvanları üzerinde birbirlerinden ayrılmaları için belirgin birer alametleri vardır. Reislerine Kınık denir, bugünkü sultanlarımızın soyu ondan gelir.

Kaşgarlı, yukarıdaki bu yirmi iki bölümlük Oğuz grubunun alt-kabileleri olduğunu, her alt- kabilenin de sıra ile yedi alt-koldan oluştuğunu eklemektedir. “Alt-kabilelerin adları atalarının adlarıdır… tıpkı Arapların ‘Beni Salim’ dediği gibi.” Bu durum delâlet etmektedir ki, Büyük Selçuklular Oğuz alt-kabilelerini ihtiva eden yirmi iki alt-boyun herhangi bir ailesi olarak meydana çıkmışlardır.

Oğuz-Selçuk göçünün, İran platosuna ve Irak’a etkilerini ortaya koyarken ve bu göçün korkunç etkilerinin şehirleşmiş kültürlere yansımasını belgelerken, bu göçü “şehir-kültürü” (tahminen Acem ve İslam) ve “göçebe” kültür (öncelikle Türk, putperestlik izlerine rastlanan ve sathî İslamlaştırma) olarak iki ayrı kısımda sınıflandırmak uygundur.