Thuglar ya da sözcüğün Hintçe çoğul haliyle Thugee, kökenleri 14. yüzyıla uzanan gizli bir kâtiller tarikatıydı. "Thug" sözcüğü, Hintçede "hırsız" anlamına gelir. İngilizcede "serseri", "suçlu", "haydut" anlamına gelen "thug" sözcüğü, buradan gelir. Thuglar, son derece organize bir örgüttü. Kolları, Hindistan'ın her yerine yayılmıştı. Ama çeteleri, onları birleştiriyordu. Çete liderlerine "jamaadaar" deniyordu. Hepsi, Tanrıça Kali'ye tapıyordu. Kendi terminolojileri ve birbirlerini tanımak için işaretleri vardı. Ancak bunun ötesinde Thugları Haşhaşiler ya da Sicarii'ye karıştırmamak gerekir. Çünkü bu ikisinin ritüel cinayetleri, en azından idealist birtakım amaçlar için işleniyordu. Thugların bu adı almasının sebebi, insanları yalnızca para için öldürmeleriydi. Yüzyıllarca Hindistan yollarını dolaşıp yolculara yaklaşarak güvenlerini kazandılar. Sonra onları öldürüp eşyalarına el koydular. Öldürdükleri insanları gömer, aceleleri varsa bir kuyuya ya da çukura atıp giderlerdi. Ancak her şeyi tuhaf ritüellerine göre yaparlardı. Hatta "kussee" denen mezar kazmakta kullandıkları kazmalar bile onlara göre kutsaldı. Aşırı bâtıl inançlıydılar ve hangi yoldan gideceklerine, kime saldıracaklarına bile işaretler ve alametlere göre karar verirlerdi. Hac yolculuğunda olduklarını söyleyerek nehir kenarlarında kurban arayan Thuglara "Bungoo" denirdi. Dualar, ilahiler, "jaggery" denilen Hint siyah şekerini yakmak gibi cinayet sonrası ayinleri de vardı.

Yeni bir adayın gruba alınması, iki nedenden dolayı zorlu ve zaman alıcıydı. Öncelikle Thug üyeliğine tamamen kabul edilmek için yıllarca onlarla birlikte vakit geçirmek gerekiyordu. İkincisi de, kabul töreni, gerçekten uzun sürüyordu. Beyazlar giyen, çiçeklerden bir taç takan üye adayları, çeşitli Jamaadaar'ların karşısına çıkarılır, bu arada Guru, uzun dualar ederdi. Arkasından birlikte dışarı çıkarlar, Jamaadaar'lar, adayı ortalarına alıp bir daire oluşturacak şekilde oturur, bir tür alamet beklerlerdi. Bu bekleyiş, oldukça uzun sürebilirdi. Her şey, alamet kabul edilebilirdi. Esen rüzgâr, düşen bir kuş, gök gürültüsü, geçen bir hayvan. Böylece Kali'nin töreni kutsadığına inanırlardı. Sonra yeniden içeri girip ziyafet çekerlerdi. Tercih ettikleri silaha "sumaal" denirdi. Şihlerin türban ya da sarık için kullandığı sözcüktü bu.

Genellikle sarı olurdu, yani Kali'nin kutsal rengi. Ama Thugee, bunu daha pratik bir şekilde kullanırdı. Katlarının arasında metal bir para ya da paralar koyar, bunun ağırlığı sayesinde kumaşı çabucak kurbanlarının boynuna dolar, eğitimli elleriyle çabucak boğarlardı. Bu uygulamaya "garot" denirdi. İngiliz kraliyet üyeleri, eski zamanlarda kafaları uçurularak infaz edilirdi. Ancak Doğu'da kraliyet kanından olanlar, genellikle "garot" denen yöntemle boğularak infaz edilirdi. Kafanın uçurulması, en aşağılık serserilere bile lâyık görülmeyen feci bir ölüm şekli olarak kabul edilirdi. Daha sonra 18. yüzyılda Kuzey Afrikalı Berberî devletleri tarafından yakalanan Batılı denizciler, genellikle kafaları kesilmek suretiyle infaz edilmeye başlandı. Bazen yakıldıkları ya da çarmıha gerildikleri de olurdu.